Beyaz Perdede Kirli Yargılama
❝Yargılama filmlerinin neredeyse hiç çekilmediği ülkelerde sorulması gereken ve cevapları birbirine bağlı sorular ise şunlardır: Neden böyle filmlere sinemacılar ilgi göstermez ya da gösteremez? Neden kitleler beyaz perdede şu ya da bu hukuku, onun adalet anlayışını, yargılamalar temelinde ele alan filmleri izlemeye hevesli değildir? Önce sinemacıların ve hukukçuların, sonra herkesin cevaplaması gereken sorular.❞
Doğa ve Evrim
Biyolojik evrim ya da kısaca adlandırıldığı şekliyle evrim, yeryüzündeki canlıların belli mekanizmalar dâhilinde değişip dönüşmeleri olgusunu ifade eder. Bu içeriğiyle evrim, bir kuram değil bir olgudur. Bu olgu tarihin çok erken dönemlerinden bu yana farklı düşünürler tarafından gözlemlenmiş, anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Evrim olgusunu yönlendiren başlıca mekanizmalardan birisi olan doğal seçilimin Charles Darwin tarafından ortaya konulması, bu düşünsel hattın önemli aşamalarından biridir. Ancak evrimi anlama ve anlamlandırma yolundaki çaba orada başlamaz, çok daha gerilere uzanır. Bu derleme Anaksimandros ve Epikuros’tan başlayan, El Câhız ve İbn Tufeyl’den geçen, Machiavelli, Humboldt ve Nietzsche’ye uğrayan, Subhi Edhem’i ve W.D. Hamilton’u kapsayarak Peter Singer’a uzanan bir çizgide, evrim düşüncesine yapılmış katkılardan bir seçki sunuyor.
Düşmanı Yargılamak
❝Öteki’yi mutlak kurban, kendini ise bundan azade ilan ederek hatalarını, kabahatlerini ve suçlarını kabul etmekten kaçınıp kendi kendilerine ürettikleri ve esiri oldukları kötülük nesnelerinin korkusuyla yaşam sürüp bunların tümünden şiddet yoluyla kurtulmak istiyorlar.❞
Film Gibi Hukuk
❝Türkiye sinemasında yargılama filmlerinin neredeyse yokluğunun en önemli nedeni, hukukun, devlet eliyle toplum kuruculuğu ve toplumdan ayrı düşünülememesi, gündelik yaşamda istisnai bir hal olmayıp tüm yaşamın göbeğinde yer alması, insanın başına bir şey gelmediği sürece uzak durulan değil, her alanda ve anlamda uzak durulamayacak kadar yaşamsal olması gibi konularda yurttaşların bilgisizliği ve ilgisizliği nedeniyle sinemacıların bu alandan uzak durmuş olması olabilir.❞
Hukuk Nedir?
❝Gerçek nedenlerin ardına düşen, mitoslarla oyalanmaz, gizlediklerini yakalamaya çalışır; yüceltmelere itibar etmez, masallara kanmadan hep kurulu olanı ifşa eder; eşitsiz güç ilişkileri dünyasında hâkimiyeti gösterir ve zaten hukukîlik de başka şeyi göstermez. “Hukuk budur” diyen tanımlara rağbet etmeden eleştirel tavır almak, her sınırlı tanımın aslında neye hizmet ettiğini anlatmaktır. Biliminin ondan istediği nesnelliğe sadık kalan hukukçu, yaratılmış Hakîkat ardında gizli, irili ufaklı iktidar Gorgon’larının onlarla karşılaşmaya heves edenleri taşa çevirmek için beklediğini bilir; onlara uzak kalarak eylemi kuramın belirleyicisi yapmaz. Kuramı olmasa da dünyaya bakışı siyasî tavrını nesnellikle donatabilir; nesnellikle oluşturduğu kuramında da bu tavra aykırı yan olmayacaktır. Gücün hizmetine girense kuramı eğip bükerek onunla eylemine dayanak uydurur. Özerkliği korumanın vazgeçilmez koşulu onu her yöneticiden, her yönetimden, bilim insanını sarabilecek her yönetici ihtirastan ve çıkar tutkusundan sakınmaktır.❞
Hukuk ya da Kukla Tiyatrosu: Edebiyat ve Hukuk
… her despotizmde mutlaka olduğu gibi, bu tür düzenlerin savunucuları, hasımlarının hesabını görmek için hukuku bir karikatüre dönüştürürler. Elbette hukuk hep bir sosyal yapılanmanın hukukudur, otonom değil heteronomdur. Tarih boyunca eşitsizliklerin üstüne oturur. Ancak baskı dönemlerinde bu eşitsizlikler gizlenemez olur. Hukuk genelde ondan beklenen görece otonomiyi bütünüyle kaybeder, meşruiyet perdesi ardındaki güç ve şiddet tüm çıplaklığıyla öne çıkar. O zaman yargılama da, sayısız örneği tarihte görüldüğü gibi, savunma imkânının pervasızca yok edildiği, usulsüzlüğün çirkince sırıttığı bir süreç olur: Bedensel-zihinsel özerkliği tehdit sayan bir çıkarcılık, gaddarlık, budalalık ve bilgisizlik karışımı; sözde yüce amaçlar adına, ama asla tekil yarar adına değil…
Sonsuzluğun Portresi: Spinoza ve 17. Yüzyıl Hollanda Resmi
Bu kitap ne yalnızca Spinoza ne de yalnızca resim sanatı hakkındadır. Ama ikisinin ortasında bir yerlerde bir gezgin-ozan uçarılığıyla dolaşarak, felsefenin resmini konuşturur ve resmin felsefesini çizer. Spinoza bize fikirlerin dilsiz suretler değil, sonsuz bütünün tüketilemez gücünün ve bilgisinin aktif ifadeleri olduğunu söylemişti. Peki ya resim sanatı nedir? Onun sonsuzla bağı nereden yakalanabilir, öznesiz bir içkinlik düşüncesiyle yakınlığı nasıl kavranabilir? Spinoza’nın soluduğu havanın renklerine, yani 17. yüzyıl Hollanda resmine odaklanarak Akal’ın peşine düştüğü sorular bunlardır. Burada artık Yüce’nin, Güzel’in, Aşkın’ın bir hükmü kalmaz. Dönemin Hollanda resminin vazgeçilmez teması olan gündelik yaşamın sıradanlığı türlü görünümleriyle, çocukların kafalarından ayıklanan bitlerle, ortalıkta dolaşan kedi ve köpeklerle, dikiş dikenlerle, uyuklayan nöbetçilerle, deşilen kadavralarla, sırıtan ayyaşlarla, diş ağrısından kıvrananlarla, üzüm satanlarla arzı endam eder. Yazar, geçit törenlerinin tek sırasından bihaber bu tekillikler cümbüşüne yalnızca Rembrandt ve Vermeer’ı değil 17. yüzyıl Hollanda resminin kadın ressamlarını da, Spinoza portrelerinin Calvino ve Borges öykülerini hatırlatan serüvenini de, De Stijl okulundan romantiklere ve gerçeküstücülere uzanan türlü Spinozacı sanatçıyı da katarak anlatılmaya değer tek şeyi, yani yaşamı anlatır. Akal’ın sözcükleriyle: Bu metin felsefe ve resim sanatı üzerine değil, bir şimşek anı kadar kısa bir süre içinde kalırken içimize çektiğimiz ve ne olduğunu sezmeye çalıştığımız hayata ve çoğunlukla onun hasmı olan Yasa’ya ilişkindir.
Sözün İkiz Çocukları: Edebiyat ve Hukuk İlişkisi
Elinizde tuttuğunuz bu kitap, tükenmiş olan “Edebiyat, Hukuk ve Sair Tuhaflıklar” adlı derlemede Cemal Bâli Akal ve Yalçın Tosun’a ait olanlardan ve onlara eklenmiş altı yazıdan oluşuyor.
Edebiyat ve hukuk, “Sözün İkiz Çocukları” onlar… Aralarındaki ilişki yüzyıllar öncesinden bu yana araştırılıyor, üzerine düşünülüp eserler veriliyor. Bazen düşman kesiliyorlar birbirlerine, anlayamıyorlar. Bazense beklenmedik bir yakınlık duyuyorlar, kan çekmesi misali. Sonra geçiyor ama. Çünkü ne kadar yakın bir kaynaktan doğmuş olurlarsa olsunlar, hatta benzeyen yönlerinin altı sıklıkla çizilse de bir çekişme olduğu gerçek aralarında. Hangisi önce doğmuştur mesela, hangisinin sözü daha çok geçer, hangisi daha fazla ciddiye alınır ya da önemser ciddiye alınmayı?
Hangisi ebeveynlerinin göz bebeğidir? Hangisi kendiyle dalga geçmeyi bilir, hangisi asık suratlı hangisi meraklı gözlerle bakar dünyaya. Peki siz hangi kardeşin yanında dururdunuz, zorunda kalsaydınız?